• Latest News

    22 Aralık 2017 Cuma

    Ümmetin Eşeccisi Ömer bin Abdülaziz Kimdir?

    Türklerin Uyanışı Talas kitabından alıntı yapılarak Ömer bin Abdülaziz hakkında öğrenebileceklerimiz aşağıda verilmiştir.



     " Şam,
      Rüzgar Şam sokaklarının sıcak havasını bibirine katarak toprak evler arasına dalıyor, insanların esmerleşmiş yüzlerini okşuyordu. Çekiç sesleri, pazarcı bağırışları, fırın ve tezgahlarının dumanı, askerlerin naraları biribirine karışıyor ve tüm bu sesleri Emevi Sarayı’na dolduruyordu. Herkesin dilinde bir tümce, bir ümit, bir sevinç duyuluyordu. Ömer Halife olacaktı.
        Tüm Emevi toprakları, onun adını çok önceden gönüllerinde duymuştu. Ümmetin Eşeccisiydi[1] o. Ve güzel bir öyküsü vardı bu ismin, halk arasında anlatılagelen.

        Eskiden, büyük dedesi Ömer bin Hattab (ra), rüyasında kendi soyundan, yüzünde yara izi bulunan birisinin geleceğini ve bu kişinin dünyayı adaletle dolduracağını görmüş. Ömer bin Abdülaziz’in yüzünde de küçüklüğünden geçirdiği bir kazadan dolayı bir yara bulunmaktaydı. O nedenle umutlar bağlanmıştı.
         Ömer, Mısır Valisi Abdülaziz bin Hattab’ın soyundan geliyordu. Yani Hz. Ömer’in…Küçük yaşta Kur’an-ı ezberlemiş ve İslam hukukunca içtihad[2] edebilecek düzeye gelmişti. Bu şekilde yetişen Ömer, daha sonra Velid bin Abdülmelik tarafından Hicaz valisi olarak Medine’ye atanmıştı. Böyle dini ve manevi atmosferde yetişen Ömer, son derece faziletli, inancını dünyaya tercih edebilen, alçak gönüllü, alim ve zahid bir kimse olarak tanınmıştı halk arasında. Herkes onu böyle tanıyor o nedenle büyük bir sevgi ve saygı gösteriyorlardı. Halkın tüm neşesi başlarında böyle adil ve merhametli bir insan görmektendi bugün.
        Sarayda toplanan meşveret[3] meclisi yavaş yavaş yerlerini alıyordu. Ömer sessiz ve sakin bir köşeye çekilmiş düşüncelere dalmıştı. Emevi salatanatının kırıldığı bir dönüm noktasına gelinmişti çünkü. Bunu da Ömer istemiş, seçilecekse ve bu işi yapacaksa eğer herkesin olurunu almak istemişti. Bu iş ona oldukça ağır geliyor, belki ehil olan bir başkası vardır diye ümit ediyordu.
        Herkes yerini alınca hilafet fermanı okundu. Hiç kimseden ses çıkmıyordu. Ömer’in içi içine sığmıyor, gittikçe darlanıyordu. Uçsuz bucaksız Emevi toprakları aklına geliyor, doğuda Çin’e batıda Fransa’ya kuzeyde Kafkaslara, güneyde Fas’a Afrika’nın içlerine kadar  hükmeden bir devleti ve milyonlarca insanı nasıl yöneteceğini kara kara düşünüyor, işin içinden çıkamıyordu. Bunun nasıl hesabı verilirdi ki… Dayanamadı ve birden sesi çatallaştı. “İstifamı talep ediyorum!” dedi.
        Herkes hayretle donakalmıştı. Süleyman’ın oğulları ise daha şaşkın vaziyetteydiler. Bunları duyduklarına çok sevinmiş ancak itirazların gelmesiyle sevinçleri kursaklarında kalmıştı. Aslında dayılarına karşı sevgileri ve saygıları eksizdi. Ancak güç başka bir şeydi.
         Ömer, Emevi emir ve eşrafının her taraftan kendisine yönelen itirazlarına dayanamayarak görevi kabul etmek zorunda kaldı. Vezir Reca, halifenin koluna girip minbere çıkardı. Ömer, Cenab-ı Hakk’a hamd ve senadan sonra:
          “Ey insanlar! Kuşkusuz Kur’an’dan sonra Kitap, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den sonra Peygamber yoktur. Bilesiniz ki, ben hakim degil infaz ediciyim. Kanun koyucu degil tâbiyim. Ben sizin hiçbirinizden daha hayırlı degilim; üstelik içinizde yükü en ağır olan kişiyim. Zalim devlet reisinden kaçan adam zalim degildir. Şurasını iyi biliniz ki, Allah’a isyan hususunda kula itaat edilmez.
          Bizimle beraber olacak kimsede şu beş şartı istiyorum.Bunlar bize halini bildiremiyecek olan halkımın halini anlatmak, hayırlı işlerde bize yardım ve hayra delalet eylemek, kimse hakkında gıybet etmemek ve boş şeyler ile meşgul olmamak. Bunlar yoksa bize yaklaşmasın.” dedi. Ve ilk hutbesini irad ederek Ümmeti Muhammedin emanetçisi oldu.    
         Emirler, saltanatın emin ellerden olduğunu düşünerek saraydan mutlu ve huzurlu şekilde ayrıldılar. Ömer’de onlarla çıkarak evin yolunu tuttu. Halife konağına götürülmek üzere alay atları getirdiler. Ömer bu üzengi ve süslerden etkileyici atları görünce:
       “Bunlar ne?” dedi.
        Muhafız başı, “Hilafete mahsus birliklerdir, Emir Hazretleri!”
        “Kendi atım, benim halime muvafıktır.[4]” diyerek saltanat bineklerini geri çevirdi. Ardından Hilafet otağında Süleyman’ın ailesi var. Ben onların rahatsız olmalarını istemem. Onlar yerleşinceye kadar benim evim bana yeter.” dedi ve evine yöneldi.
    ***
         Evinde oturmuş dalgın dalgın ne yapacağını düşünüyordu. Onun tek bir gayesi vardı, İslam dininin yayılması.  Halis[5] ve munis[6] bir insan olan Ömer, şimdi daha da derinlere iniyor, çeşit çeşit binlerce soru aklına hücum ediyordu. Bir devlet adamı olarak İslam dini devletin temel politikası olacaktı, olmalıydı. Sadece yapılan savaşlar, kazanılan haraçlar bir devleti ayakta tutamazdı. Devleti ayakta tutacak en temel unsur manevi dinamikleriydi.  Bütün bu sorumluluğu üstünde taşımanın ağırlığı altında eziliyor, karar vermekte zorlanıyordu.
        “Bu halin sebebi nedir?”
         Ömer bir an dalgınlığından kurtuldu, sese yöneldi. Hanımı Fatıma’ydı. “Doğudan batıya kadar olan Ümmeti Muhammed’in hukukunu yerine getirmek bana vazife oldu. Bundan büyük endişe edecek şey olur mu?”
         “Haklısın… Doğruyu dedin, Allah senden yardımlarını esirgemesin.”
         “Amin!” dedi, Ömer mırıldanarak. Sonra hanımın gözlerine baktı: “Ey Fatıma! Eğer benimle birlikte yaşamak istersen ziynet ve mücevherlerini Beytül Mal’a[7] bırak. Zira onlar senin yanında iken ben seninle olamam.”
         “Peki!” dedi, hiç itiraz etmeden. Ömer, hanımının bu hareketinden kıvanç duydu, Rabbine şükretti. Onun manevi süsler ve ruhi mahiyetler ile yaşamaya karar verdiğini görmek biraz olsun onu rahatlatmıştı.
          Halayıklarını[8] da çağırtarak, onlara: “Serbetsiniz, isteyeniniz olursa azad ederim. Benden bir talepte bulunmamak şartı ile kalmak isteyen varsa kalabilir. Çünkü verilen vazife beni sizinle meşgul olmaktan alıkoyuyor.”
           Hepsi birden ağlaşmaya durdular, gözyaşlarını tutamıyorlardı. Onun yanında karınları aç da olsa kalmak istediklerini anlattılar. Ömer’de hüzünlenmiş, zümridi gözleri dolmuştu. Daha şimdiden bu ağırlık altında eziliyordu. Ama başka çıkar yolu da yoktu. O bu makama servetine servet katsın, cariyelerle günü gün etsin diye katılmamıştı. Öylesine inanıyordu ki mesul tutulabileceği her şeyden el etek çekmek istiyordu.



    [1] Eşecci, yüzünde yara izi bulunan  demekti.
    [2] İctihâd: İslam hukuku terimi. Arapça kökenli sözcük bir İslam hukukçusunun fıkıh usûlü prensiplerini kullanarak hükme varmak için çaba harcamasına ve sonunda vardığı hükme verilen isimdir. Kelime anlamı “çaba göstermek”. ... Ayrıca ictihad caiz olmayan konularda yapılamaz.
    [3] Meşveret: Danışma.
    [4] Muvafık: Uygun.
    [5] Munis: Cana yakın, sevimli, uysal, yumuşak.
    [6] Halis: Tek bir şeyden oluşmuş bulunan, katışık olmayan, katışıksız, öz. Samimi.
    [7] Beyt-ül mal: İslam devletlerinde devlet hazinesidir. Arap-İslam Devleti'nin kuruluşundan Osmanlı Devleti'nin yıkılışına dek bu ad kullanılmıştır. 
    [8] Halayık: Kadın hizmetçi, köle."
    • Blogger Comments
    • Facebook Comments
    Item Reviewed: Ümmetin Eşeccisi Ömer bin Abdülaziz Kimdir? Rating: 5 Reviewed By: Unknown

    Find Us On Facebook

    Scroll to Top