• Latest News

    22 Aralık 2017 Cuma

    Talas Savaşı Nasıl Yaşanmıştır?

    Aşağıdaki kurgu Türklerin Uyanışı Talas romanından aktarılmıştır.



    TALAS SAVAŞI


    Genarali Kuço, altın varaklı bronz zırhları içinde çok görkemli bir hali vardı. Yeni cilalanmış hilal şeklindeki kızıl sert üskülüflü general miğferi cesamet katıyordu. Sıcaktan esmerleşmiş yüzü, toprak kadar sert ve hatları kupkuruydu.  Çekik gözlerinde kuşku hakimdi.

         Generalin arkasında, başları eski Buda heykelleri gibi iri yarı askerler, sivri köşeli miğferleri bulunan, baştan ayağı zırhlara bürünmüş dev muhafızlar vardı. Atlı arabalar askası sıra çekik gözlü askerlerle donatılmıştı. Bunların savaşta büyük bir koz olarak kullanacağı aşikardı. Üzerinde seri halde ok atabilen arbaletler göze çarpıyordu.   

         General Kuço, yanındaki impartorluk naibine dönerek “Sizce bu teklifin anlamı nedir?” diye sordu.

         İmpartorluk naibi Li Syie hiç düşünmeden yanıtladı. “Bunlar Müslümanların geleneğidir General! Korkudan geldikleri zannedilmemeli. Gerçi bugün karşısında İskender dahi olsa barış istemek zorunda kalırdı. Tarihin gördüğü en kalabalık ve en güçlü ordusu vardı ne de olsa.”

         “Elçilere söyleyin, barış falan olmayacak!”
         “Peki Efendim!”
          Bir kaç Çinli er bayrak açarak Arap elçileri karşılamak için ayrıldı.

        Sisin ve tozun sarımsı tonlarından oluşan kalın bir katran buğulanmıştı güneşin etrafında. Vakit öğleye yaklaşırken, ufukta yağmur bulutlarının boz bulanık silueti beliriyordu.

        Müslüman askerlerin kılanan namaza müteakip karşılarına geçen Ziyad, ak yeleli atın sırtına atlayarak, süvarilerin önü sıra at koşturdu ve iyice onların dikkatini kendinde topladı. Gür bir sesle, “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz hissedemezsiniz. Diyor ayet- i kerimede. Mücahidlerim sizler ölmeye değil cenneti alaya yüreyeceksiniz. Şu vakitte tüm Müslüman alemi bizler için el açmış, dua etmekte... İnşallah galip gelirsek, Allah’ın ismini yüceltmiş olacağız. Bundan daha yüce ne olabilir. Ben de sizlerle yalın kılıç savaşacağım. Gözünüz sakın korkmasın! Çünkü nice azlar Allah’ın izniye nice çoklara galebe çalmıştır. Yüreğiniz mutmain olsun çünkü kılıcınızı Hak uğruna Hak yolunda bilediniz. Benimle Allah’a kavuşmaya var mısınız!”

          Sonra bir an önce meydana atılmak için yerinde duramayan ak yeleli atını hafifçe topukladı. Üzerindeki kefen misali bembeyaz yerleri ibrişim tiazlı mintanın etekleri, zırhının boşlukları arasında dalgalandı.

         “Allah! Allah!” nidalarıyla mevzilerden çıkan Müslüman süvariler hücuma geçti. Ziyad ve Ahmed komutasındaki on iki bin atlı öncü birliği baş döndürücü bir kararlılık ve hızla daldı, Talas Meydanı’na. Askerlerin delice bir hızla ilerleyen atlarının nallarından kıvılcımlar fışkırıyordu.

         Kuço üzerine gelen birliğin destansı yürüyüşünü hayret ediyordu. Sanki ölüm onlardan korkmalıydı. Sayılarını bir türlü tespit edemiyordu. Ovaya hakim tüm yükseltiler Abbasiler tarafından tutulmuştu. Bir de o denli hızlı hareket ediyorlardı ki bir türlü mevcudun tamamını tespit edemiyor, kararsızlıkta kalıyordu.

        Abbasilerin mızrakları, Çinlilerin oluşturduğu insan settinde gedikler açıyor. Ancak bu gedikleri kalkanlarıyla kapanarak kapatmaya çalışıyorlardı. Merkez soldaki ilk falanks[1], ağır ve muazzam bir güçle hattı bozarak birkaç adım gerilediğinde, Ziyad doğrudan o kısma at sürdü ve peşindeki yürük atlı bin süvariyle birlikte yalın kılıç merkeze bindirdi. Bu inanılmaz cüret, Çinlileri kısa süreli bir bozguna uğrattı.

        Çinli General bu açıklığı fark eder etmez falanksın arkasına doğru çift sıra hat çektiler. Çinliler kanatları da çökmeye yüz tutmuştu ki merkeze yardım etmek üzere, genelde rastlanması zor bir hızla kapanmaya başlanmışlardı. Ama üzerilerindeki yükten o kadar ağır ve doğal olarak öylesine yavaştılar ki Ziyad ricat için onların doğrulmasını bekledi.

        Ziyad haddinden fazla Çin saflarını zorlamıştı. Açtıkları gedikte, savaşmaktan çekinen bir takım Çinli gruplar kaçışmaya başlamıştı. Ancak general akıllı ve tebirliydi. Muhafız birliklerinin disiplinini muhafaza etmek için onları başlarına gönderdi. Daha sonra Duan Xiushi komutasındaki Tibet mızraklı süvarileri ve ihtiyattaki Karahitay Moğol okçu süvarileri harp alanına sarktı.

        Ziyad bunu görür görmez ricat emri verdi. Flamalar çekildi, borular çalındı. Çinli birlikler yetişmeden evvel süratle geri döndüler. General Kuço, miğferinin yüzünü morartan bir ifadeyle öfkeyle bağırıyor, kaçanların takip edilmesini yineliyordu.

        Çinli süvariler Arap süvarileri yakalamaya yakınken, Araplar atlarını tırsa kaldırdılar. Ve düşman süvarilerini ok menziline düşürmüşlerdi artık. İki taraflarından ve başlarının üzerinden oklar yağıyordu. Özellikle arbeletlerden peş peşe savrulan oklar, arabalı ve atlı süvarileri çok geçmeden etkisiz hale getiriyordu.

       General Kuço şaşkındı. Tozlarına boğuldukları Abbasi süvarilerinden geride bir anda hiçbir iz kalmamıştı. Ardından giden askerleri ise buğday başakları gibi devriliyor, düşmanın peşi sıra kayboluyorlardı. Kuço tüm gücüyle haykırarak ricat emrini verirken atının dizginlerini sertçe kasıp durdurdu. Ancak arkasına yığılan onca kalabalığın ve muhafızların metalik çatırtıları birbirine giren ağır gövdeleri arasında sıkışıp kaldı. Hırsla “Geri çıkın! Ovaya dönün aptallar... Pusuya gidiyoruz!” diye bağırıyordu. Ancak An-Luşan kuvvetleri hırsla düşman üzerine yürümeye devam ediyordu.

       Abbasi okçuları mevzilere gelen süvarilerin üzerine atışları yoğunlaştırmıştı. Kuço emrindeki askerleri birer ikişer bölüklere ayırarak, tepelerdeki okçulara taarruz emri verdi. Bu emir az da olsa işe yaramış Çinlilerin tam bir bozguna uğramasını son anda engellemişti. Kuço yeni bir savunma oluşturarak askerleri geri çekmeyi başarmıştı. Ancak ordunun önemli bir kısmı telef olmuştu. Kuço artık korkar olmuş herhangi bir riske girmemek için daha dikkatliydi. Bir bozgun İmpartorun önüne gidecek kellesine mal olurdu. Ziyad ise toptan bir saldırının helaka uğratacağını düşünüyor, zaman zaman yaptığı artçı saldırılardan sonra geri çekiliyordu.

        Her iki ordu da bitkin durumdaydı.  Çinliler her ne kadar kırılmış olsa da sayıca üstünlükleri devam ediyordu.

        Beşinci günün şafağında Çinliler büyük bir gürültüyle uyandılar. Üzerlerine büyük bir korku tufanı çökmüştü. Bağırışlar, çağırışlar... “Türkler geliyor!” sesleri uğultulara karışıyordu.

       Ve kurt başlı tuğlar [2]topraktan dirilircesine göğe kalktığında, gölgeleri Talas boylarını uçtan uca kapladı. Ufka seğiren gözler, bir kurt başlı tuğu ve başlarında Tarhan’ı görünce gözlerindeki cesaret ateşlendi.

        Toza bulanmış kapkara atının üzerinde, zırhlara bürünmüş dimdik bedeniyle, gençliğinin ve gücünün zirvesinde Tarhan rüzgarların arasında peyda olmuştu. İlerideki arzı kaplayan Çin ordusuna baktı ve ardından gökyüzüne. Sesi kımırcılaştı ve, “Göklerde gökçe Tengri, işimiz gayrı senin eline kalmıştır. Feleği bir kere bizim üstümüze çevirirsen, bil ki tekmil Türk budunun esenliği ve kurtuluşu bundandır.”  dedi ve gözü pek çerilerine baktı.  

         Tarhan ve çerilerinin kendilerini bekleyen kana susamış kılıçları daha cesur ve daha keskindi.  Tarhan kendi saflarının önünde kartal gözlerini yalap yalap parlatıyor, atlar yeri eşeliyor ve kınında duran tek bir kılıç bile kalmamıştı. Kurt boğazları ile köpürgeler çaldığındaysa o binlerce Türk çerisi yeri göğü inleterek, sisler arasında ölümcül kadim savaşçılar gibi Çinliler üzerine ılgar ettiler.

        Çin orduları iki ateş arsında kalmış, büyük bir panik yaşıyordu. Çin ordularının bu halini gören Araplar da mukavemetlerini arttırmıştı.

         Sis tabakası içinden Karahanlılar süvarileriyle ecel perdesini aralıyordu. Bir çok subayı ölen Çin ordusu artık dağılıyordu. Parçalanmış bölükler arasında Tarhan, Kuço’yu gördü. Keçeleşmiş, kan pıhtılarıyla kaplı saçları dimdik olmuş, yuvalarından çıkacakmış gibi irileşmiş ve delice bir parlaklık saçan gözlerine eklenince, ona pek yıldırıcı bir hava vermişti.

        Tarhan derin bir hoyratlık[3] ve intikam arzusuyla atını üzerine mahmuzladı. Keskin kılıcı Kuço’nun baltasının üzerine çıldırmışcasına indi. İnen her ağır darbede etrafa kıvılcımlar saçılıyordu. Son bir karşı saldırı anında kulakları uğuldatan bir tın sesiyle baltanın sapı kırıldı. Kuço baltayı fırlatıp attı. İki lider kana, tere ve toza bulanmış bedenlerinden önce intikam hırsıyla dolu gözlerini ve ruhları çarpıştırdılar birbirine. Adamları savaşı bırakmış bir halka halinde çarpışmayı seyre dalmışlardı.

        Kuço askerlerinin attığı kılıcı kavradı ve hırsla atını mahmuzladı. Tarhan hücumu bekler gibiydi. Kılıcını havada kesti belinden çıkarttığı kamayla boğazına ağır bir darbe indirdi. Kuço önce boynundan fışkıran kanları tutmaya çalıştı, titriyor, sarslıyor, kendine hakim olamıyordu. Ve yüzüstü toprağa düştü.

       “Allah! Allah!” nidaları göklere yükseliyordu. İlk kez  Tarhan bu sesle heyecanlanmış , şevke gelmişti.  Çinliler kırılıyordu.

        Türk muharipler kaçanları kovalıyor hepsini kılıçtan geçiriyordu. Bir büyük tarih yazılıyordu, Asya steplerinde.



    [1] Falanks: Genellikle mızrak ve benzeri silahlar kullanan askerlerin birbirinden ayrılmadan art arda saflar halinde savaşmasını esas kabul eden bir savaş düzenidir. İlk uygulamaları Arkaik Yunanistan'da Hoplites adı verilen ağır piyadelerin savaş düzeni olarak ortaya çıkmıştır.
    [2] Tuğ : Türk ve Altay halklarının devlet geleneğinde hükümranlık sembolüdür. Sancağın tepesine takılan at kuyruğu, kıldan yapılan flama şeklindedir. 
    [3] Hoyratlık: Çok kaba, çok kırıcı ve hırpalayıcı.
    • Blogger Comments
    • Facebook Comments
    Item Reviewed: Talas Savaşı Nasıl Yaşanmıştır? Rating: 5 Reviewed By: Unknown

    Find Us On Facebook

    Scroll to Top