OTOBÜS DURAĞINDAN SONSUZLUĞA
Yaklaşık yarım saat oldu. Belki de daha fazla. Bilmem kaçıncı şarkı çığlıklarını atıyor kulağımda. Her zaman olmam gereken yerde, durağın köşesinde bekliyorum. Evim nefes alışverişlerimin bile yankılandığı dağ başında bir yerde. Oraya giden sadece bir şehir içi otobüsü var. O da kırk dakikada yahut saatte bir geçmekte. Başlarda bu durumdan şikâyetçiydim ama şimdi değilim. Bu durak, bu dakikalar süren bekleyiş bana insanlığı her gün tekrar tekrar tanıtıyor.
Otobüs geçer. Fakat binmem gereken değil…
Kulaklıklarımı usulca çıkarıp bulunduğum hayata geri dönüyorum. Durak hayatı… Her gün duraklarda karşımıza onlarca ya da yüzlerce insan çıkıyor. Hepsi hayatın telâşesindeler ve bu maratonun kendi içlerinde hepsi birer başrol. Bu koşuşturmacının içinde dış dünya ile olan bağlantıları gün geçtikçe azalıyor. Durağa geliyorlar, on dakika içerisinde otobüsleri geliyor ve gidiyorlar. Her şey rutin bir süreklilik içerisinde. Bu sürekliliğin dışarısında sadece ben varım. Durağın en arka tarafındayım hayatı anlama çabasındayım.
Otobüs geçer. Acelesi yok daha zamanı var…
İnsanlığı gözlemliyorum. Ayrılmış sevgilileri, ebeveynlerinden gizli sigara içen liselileri, geç kalan otobüslere küfreden amcaları, dilencileri, sarhoşları. Ve dahası… Dahasını düşünürken ağzımda acı bir tat oluşuyor. Tıpkı yarım bırakılmış bir şiir gibi. Öyle çaresiz ve tamamlanmaya aciz. Çünkü hayatın kötü yanlarının iyi yanlarından ağır bastığını görmek üzüyor. Bu kadar insanın birbirinden kopuk umarsızca yaşaması bana batıyor. Herkesin oluşan sürekliliğe uyma zorunluluğu insanlığı köreltiyor. Oysa her geçen gün daha da öfkelenen insanlığımız birlik olsa hayat daha yaşanabilir bir yer olabilir. Süreklilik içerisinde geçip gitmekte olan otobüslerin de boyunları bükük. Yüzlerinde: “Buna uymak zorundayız.” bakışları da manidar…
Otobüs geçer. Umutlanma, yine olması gereken değil…
Birlikteliğe ihtiyaç duyduğum o anda yüzümü birkaç damla yağmur selamlıyor. Ardından birkaç damla daha. Yağmur hızlanmaya başlarken, şemsiyesi olan olmayanı himayesi altına almaya geri kalanlarda durağın altında toplanmaya başlıyor. Büyüklerime yer kalsın diye durağın dışına atıyorum kendimi. Ve işte aradığım manzara… Herkes omuz omuza sırt sırta birlikte! Birbirlerini belki de ilk defa görmüş insanlar şimdi birbirlerini ıslanmaktan koruyor, sarmalıyor. Yağmurdan sırılsıklam ıslanırken o an ne evimin uzaklığı ne de yağmurun şiddeti umurumda oluyor. Bir gülümseme yerleşiyor yüzüme.
Peki, bunları her fırsatta yaşayan ben kimim? Aslında ben değil; sen, siz, biz, kimiz? Her gün otobüs beklediğin durakta bu sefer dön de arkana bak. Hangi şehirde olursan ol dön ve arkana bak. Biz oradayız. Belki küçük bir çocuk belki yaşlı bir amca… Sadece umutla hayatın akışını, sonsuzluğunu izliyoruz. Bizi sarmalayan onlarca insanın aslında teker teker ortak payda da buluşmasını izliyoruz. İnsanların birbirlerine olan ihtiyacını fark ediyoruz.
Ama bazı şeyler son yağmur tanesiyle dağılabiliyor. Yağmur durunca her şey eski rutinine döner. Sevgililer kavgalarına, liseliler sigaralarına, amcalar küfürlerine…
Ve bir otobüs daha geçer…
MÜNİR AKMAN