Yazar Ramazan Ateş'in meşhur Oğuz Kağan destanını farklı bir şekilde yorumladığı bu romanda Gök Tengri tarafından kutlanan Bağatur (Oğuz) adlı gencin Kağan olma süreci ve inancı uğruna bulunduğu fedakarlıklar ve yaptığı savaşlar konu edinmektedir.
Roman kısaca fikir temelinde Türklere de gelmiş olabileceği düşünülen bir nebi, bir yalvaç hayali üzre kurgulanmıştır. Sadece hayal mi derseniz gerçeklere hazır olun derim!
Nitekim ayeti kerimede ""Andolsun ki biz, Allah'a kulluk edin diye her Ümmet'e bir Peygamber gönderdik..." (Nahl s.36) demektedir.
Doğumu ve yaşamında olağanüstülüklerle çevrili romandan bir kesit:
"Bütün oba toplaşmıştı. Tuman han çocuğunu gökyüzüne kaldırarak
“ongunlar oğlumu kutsasın, acunu fethedecek bir erkek evladım oldu, şükürler
olsun.” dedi.
Oba heyecanına
ayak uydurarak “Huuuu...” diye, ortalığı inletiyordu. O sıra ihtiyari bir ses
yükseldi. Çok yakında bir bozkurt sesiydi. Uluması gökyüzünü telaşa vermişti.
İnsanlar silahlarına sarılıp birbirlerine kenetlenmeleri aniden oldu. Gayri
ihtiyari Tuman Han, çocuğuna sarılarak bir iki adım çekildi. Herkes şaşkındı. Apak bir kurt obaya kadar
inmiş, insanlardan çekinmeden, tek bir noktaya odaklanmıştı sanki. Baktığı
taraf Tuman Han gibiydi, çocuğun hareketleriyle birlikte başını aşağı yukarı
çevirmesini herkes fark etmişti. Kalabalık ani hareket yapmaktan kaçınarak,
birbirlerine bakıp şaşkınlıklarını üstlerinden atmaya çalışıyorlardı.
İlk defa ak
bir kurt ara ara duman rengindeki tüyleri ile göz alıyor, dolunayın altında
diğer kurtları gölgede bırakacak cüssesiyle etrafa korku salıyordu. Oğuzların
arasında “Börke” diye bilinirdi. Hep dilden dile dolaşagelmiş, gerçekliğine çok
az insanın şahit olduğu bu kurt, Hun halkı arasında yol gösterici olarak
bilinen kutlu bir hayvandı. O nedenle hiç kimse silahına davranmak istemiyor,
neler olacağına bakınmakla yetiniyordu.
Ak yeleli
bozkurt biraz daha yaklaşarak, bir kez daha uludu. Ses yankılanarak dağlara
uzanıyordu. Ve bir an bu sese karşılık yüzlerce kurdun sesi ardı sıra yükseldi.
Bir karşılık gibiydi.
İnsanların
beti benzi atmış, kurtların toplu saldırı yapacağını düşünmüşlerdi. Kış zordu
ancak kurtlar bu kadar aç kalmış olamazlardı. Ak yeleli bozkurt, sesler
tükeninceye kadar dinledi ve ardı sıra karanlığa atılarak gözden kayboldu."
Her zaman ona yol gösteren gökbörü yanından hiç ayrılmadı. Savaşlarda, esaret hayatında ötelerde ama hep yakınında oldu. Onu büyük güne hazırlıyordu. Büyük gün ;
"Alageyik tam karşısındaydı. Duru bir nehirden suyunu
yudumluyordu. Nehirdeki bu duranlığı hayra yormadı. Yine de vakit kaybedecek
zamanı yoktu. Her an menzilinde çıkabilirdi. Sadağından çektiği siyah temrenli
okunu yayına yerleştirdi. Rüzgarı da hesaba katarak yayını gerdi…
Bir an
beyaz bir sureti araladı gözünü. O da neydi!
Bir kurt… Tanıdık
bir ses… Bu Gökbörü idi. Nehrin yanı başındaki ala geyiğe doğru hareketlendi.
Ancak alageyik hiç aldırış etmiyor, nehrin durgun ve ışığı nüfuz etmiş berrak
suyundan yudumluyordu. Sonra nasıl oldu kurdu fark etti. Başını kaldırdı,
sakince. Hayret yerinden kımıldamadı bile, sadece gök börü ile göz göze
geldiler. Böylesine can atak bir hayvan uysal bir koyun gibi bekleşiyordu.
İnanılacak gibi değildi. Alageyik hiç oralı bile değildi, tekrar suyunu
yudumlamaya koyuldu.
Bağatur eli sadağında öylece kalakalmıştı.
Etrafta çıt yoktu. Kendi soluk alıp verişlerini duyuyordu. Oku ve yayını her
ani harekete duyarlı bir şekilde gezleyerek, ona doğru yöneldi.
Gökbörü ile kadim bir soluğun vuslatını hissediyor gibiydi.
Ondan bir tehlike gelmesinden endişe etmeni yersiz olduğunu düşünerek yayını
indirdi ve ona doğru yaklaştı.
Gökbörü’ye
yaklaştıkça bir ışık huzmesi dalga dalga yayılıyor, semayı kaplıyordu. Önceleri
yüreğinde bir korku belirdi. Sonra gaipten bir ses duyar gibi oldu. Bu sese
aşinaydı kulakları, daha önce de duymuştu, hatırladı. İşbara Tarkan ile cenk
ederken bu ses ona yardım etmişti. Işık
üzerine gelmeye devam ediyordu hala. Sesleniyor, nefesi ciğerlerinden sökün
edebilse dahi boğazına kadar geliyor ama dışarı çıkmıyordu umarsız. Ötelemek,
uzaklaşmak istedi nafile, ışık dört bir yanı sarmıştı. Bir elini kamaşan
gözlerine siper ederken bir yandan yaklaşan gizemi seçmeye çalışıyordu. Tam da
bu anda ışık kümesinden yükselen ses, altı yönden bütün benliğine dolmaya
başlayacaktı, devasa koyaklardan yankılana yankılana.
Ey Ademoğlu
Ey Nuh oğlu
Ey Yafes’in Torunu
Türk’ün Oğlu Oğuz Bağatur!
Sana Tek olan Tanrı’nın vaat ettiği Kut ile geldim!
Bir ses derinden
yankılanıyordu, yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Öylesine ağırlaşmıştı ki
aniden, kemiklerinin tek tek etinden sıyrılacağını hissediyordu. Koca
Altındağ’ın altında kalmış gibi, sarsıldıkça göğüs kafesinden yükselen
çıtırtıları duyuyordu. Alnından aşağıya dökülen terler boynuna bile varmadan
billurlaşıp havaya karışıyordu. Tepeden ayaklarına doğru yayılan sıcaklık
yüzünden boğazının yırtılacağını, dudaklarının çatlayacağını hissediyordu.
Elleri ve ayakları da uyuştuğundan yerde külçe gibi kalakaldı."
Erdenay'ın (Cebrail) kendine görünmesiyle başlayan hidayet süreci atası Kara Han'ın karşı çıkmasıyla baba ve oğulları karşı karşıya getirdi. Ve bu amansız mücadelede galip gelen taraf Oğuz Kağan oldu. Ve durdurak bilmeksizin Orta Asya'dan Çin'e oradan Maçine kadar tüm acuna Gök Tengri inancını töreyi yaymak için mücadele etti.
Olağanüstülüklerle ve inanılmayacak kadar gerçeklerle dolu bu serüven okuyucularını beklemekte!
Atam Oğuz
Ramazan Ateş
Pergole Yayınları
178 Sayfa, 2017