• Latest News

    22 Aralık 2017 Cuma

    Taberistan ve Cürcan Katliamları Gerçekte Yaşandı mı?

    Türklerin Uyanışı Talas kitabından alıntı yapılarak bu kurgudan konu ile ilgili gerçekliğin bir kısmını sizlere aktarıyorum.

    "Taberistan – Cürcan, 717

      Hava soğuk ve keskindi. Hazar’ın dağları inleten rüzgarı, yalçın tepeleri aşarak askerlerin esmerleşmiş benizlerine vurmaktaydı, engellemek istercesine. Ancak Yezid kararlıydı. Bir idareciden çok asker kişiliği ön plana çıksa da sureti aldatıcıydı.

       Dolgun yanakları, iri cüssesinin hakkını vermesine rağmen savaşlara alışkın olduğu belli oluyordu. Atı yorgun, soluk alıp vermede zorlanıyordu. Yezid bin Mühellep içerisinden küfürlerle homurdanıyor, yüzü kızarıp bozarıyordu. Tunç gibi soluk yüzündeki belirgin izlerden nefretini körükleyen düşüncelere daldığı belli oluyordu. Kendini sorguluyor işin içinden çıkmaya çalışıyordu.

        Gerçekleştirdiği fetihlerden dolayı Emevi topraklarının ötesine ün salan Kuteybe b. Müslim’i kıskanması suç muydu? Onun yerini dolduramaz mıydı? Ondan yana kalır ne eksiği vardı ki... Ve kazandığı zaferleri kim inkar edebilirdi. İşte Taberistan, işte Dehistan ve kılcındaki kan, hala kurumamıştı.

         Kuteybe’nin öldürülmesiyle ortaya çıkan karışıklıkları yatıştırdıktan sonra Taberistan[1] ve Cürcân [2] üzerine seferler düzenlemeye başlamıştı. Kalabalık bir orduyla Hazar Denizi’nin batısındaki Türk Hükümdarı Sûl Tekin’in idaresindeki Dehistan’a[3] yürüdü ve Sûl’ü teslim olmak zorunda bıraktı. Bu onun için ümit verici bir başarı olmuş, ardından Hazar Denizi’nin güneyindeki Cürcân’da bir direnişle karşılaşmamıştı. Bölge halkının vergilerini arttırdı ve barış yaparak sükunetle oradan ayrıldı.

       Ardından Taberistan üzerine ilerlemiş, İspehbed’in[4] barış teklifini kabul etmemişti. Aşması gereken daha pek çok engel vardı; ancak onun karşısında yenilgiye uğramış ve Biyasan’daki birçok müslümanın öldürülmesine sebep olduğunu acıyla kanıksamıştı. Ne yapabilirdi ki savaş bazen ölüm demekti, savaşacaksa ölüm kaçınılmazdı. Sorumluluktan kurtulmaya vicdanını rahatlatmaya çalıştı.

       Sonrasında Hayyân en-Nabatî’yi İspehbed’e gönderip barış teklifinde bulunmuş ve kabul etmediği takdirde yine gelecek takviye kuvvetleriyle birlikte tekrar saldırıya geçeceğini bildirmişti. İspehbed yıllık 700.000 dirhem[5], 400 ağır yük safran[6] veya aynı değerde para vererek barış yaptı. Uyguladığı bu taktik sayesinde yenilgiyi başarıya çevirmiş ancak bu defa Cürcan’da isyan eden halk, yerine bıraktığı vekilin öldürmesi iyice onu çileden çıkarmıştı. Şimdi intikam için nefret ve gayzla Cürcan üzerine yürüyordu.

       Ölüm haberleriyle yoğrulan düşünceleri, sabahın mat serinliği gözlerine bulanmış  ve tepelerde çatallanan şimşeklerin gürültüsünü andıran ürkütücü sesiyle; bağırarak, “Allah’a yemin olsun, onların kanlarıyla değirmen öğütüp ekmek yapıp yiyeceğim!” dedi, hışımla.

       Komutanlar suskundu. Hiddetli, bu gözü dönmüş adama karşı gelmek hadleri değildi. Biliyorlardı ki çılgının biriydi hiç acıması yoktu.

       Güneş tepe bir noktaya ulaştığında Cürcan surları artık görünüyordu.O gün hava bunaltıcıydı. Gökyüzü batıya doğru sarı ve ağırdı. Büyük bir dağ yamacında ordugah kurmak için durduklarında güneş o kadar kasvetli bir şekilde bakıyordu ki yerküre kahverengiye dönüşmüştü. Büyük bulut kümeleri kaygı verici bir şekil almıştı; üzerleri bir örs gibi geniş ve düzdü. Kapakara tabanlarında şimşekler kol geziyordu.

        Cürcan’ın kale surlarında muharipler savaş nizamı almış, surlardan aşağıya Arap cengaverlerin cesetleri sallandırılmıştı. Yezid öfkeyle bileniyor, sağa sola küfürler saçarak emirler yağdırıyordu. Kuşatma için hendekler açıldı. Mancınıklar kurulmaya başlandı. Uzun bir süre kuşatmanın devam edeceği aşikardı. Çünkü bu kez Yezid, talan ve çapul için değil intikam için oradaydı.

       Askerler de duruma aşinaydı. Kimileri cihad dese de...  Çoğu hırslı, ganimete ve talana düşkündü. Biliyorlardı ki şehir düştüğünde hiç olmadığı kadar büyük bir servete ulaşacaklardı. Çünkü şehir yakılıp yıkılacak, kadın ve çocuklar esir edilecek, erkekler kılıçtan geçirilecekti. Ahalinin bütün malına el konulacaktı.

       Alaca karanlık, yaklaşan gecenin gri-mor rengini ardından sürükleyerek, sessizce ovaları, vadileri kaplayıverdi. Dağlar, gökyüzü ve bütün dünya,  yitip gitmişti o karanlık gecenin ardında. Sonra doğal güçlerin karşı gelinmez iradesiyle, büyük bir yangın gibi ortalığı kasıp  kavuran güneş, gecenin ürkütücü karanlığını bıçak gibi keserek kızıl ışıklar içinde yükselmeye başladı."




    [1] Taberistan : Hazar Denizi'nin batı kıyılarında bulunan eskinden Türk Hanlıklarının yönettiği günümüzde şimdiki Mazenderan, Gülistan ve Gilan eyaletlerini içine alan İran'daki tarihi bölge. İran’dan Elburz Dağları’yla ayrılır.Sasaniler devrinde “ispehbed”adlı valiler aracılıyla yönetilirdi.
    [2] Cürcan: Gürgan, Gorgan veya Cürcan, İran'ın kuzeydoğusunda yeralan zamanında Taberistan bölgesinde bulunan bir şehir. Günümüzde Gülistan adı ile bilinmektedir.
    [3] Dehistan : Eski batı Türkmenistan'ın Balkan Bölgesi'ndeki eski Dehistan şehri  Hazar Denizi’nin doğu sahillerinde yer almaktadır.
    [4] İspehbed: Farsça ispeh (ordu) ve bed (emîr) kelimelerinden meydana gelen ispehbed unvanı, Sasaniler’de “başkumandan” olarak kullanılırdı.
    [5] Dirhem: Eskiden kullanılmış olan, çok küçük bir ağırlık ölçüsü.
    [6]  Safran: Süsengillerden, çayırlarda yetişen, bahçelerde de yetiştirilen, köksapı birbirine yapışık iki soğandan oluşan, 10–15 santimetre boyunda, uzun ve koyu yeşil yapraklı, mor çiçekler açan, meyvesi kapsül biçiminde, çok yıllık otsu bir bitki.


    Devamına Türklerin Uyanışı Talas kitabından ulaşabilirsiniz;
    http://www.kitapyurdu.com/yazar/ramazan-ates/167614.html
    • Blogger Comments
    • Facebook Comments
    Item Reviewed: Taberistan ve Cürcan Katliamları Gerçekte Yaşandı mı? Rating: 5 Reviewed By: Unknown

    Find Us On Facebook

    Scroll to Top