Bir çift göz masanın diğer ucundan bana bakıyor.
Kahverengi gözlerde takılıp kalıyorum.
Uzun soluklar alıp veriyorum karşısında birkaç kelime söyleyip bozulmasın diye.
Gözlerin diyorum, çok güzeller!
Sonra kafa sallayıp “Bildiğin göz işte renkli olsa anlayacağım,abartıyorsun” deyip gülümsüyor…
Ben o arada gözlerinin içinde gördüğüm mavi renge gökyüzü diyorum.
Sonra yeşilleniyor etraf, kafamı indirip gözlerimi kapatıp, bol bol seni çekiyorum içime.
Gözlerimi bir açıyorum karanlıktayım.
Uzun uzun bakmamın ardından gözlerinde umutsuzluğu görüyorum.
Birden kendini silkeleyip “eee hayat nasıl gidiyor” sorusunu yerleştiriyor.
Tam masanın orta yerine.
Ona anlatmamam gereken ne varsa genelleme yapıp soruyor bana.
Ve cevabını bildiği halde…
“İyi…” diyorum.
Ve yine gülümseyişine takılı kalıyorum.
Papatyalar açtırıyorum dudaklarının kıvrımına.
Elimi götürüp bir çiçeğin yaprağını okşar gibi parmaklarımı hafifçe ve incitmeden gezdirip devam ediyorum ona içimden mektuplar yazmaya...
“ Şimdi, masanın bir ucundan diğer bir ucuna uzanan kısa ama bir o kadar da uzak yolun iki yabancı insanıyız.
Ama bir o kadar da tanıdık…
Öpsem içim sevinecek,
Ama içini üzerim diye yaklaşamıyorum.
Dünyanın bir ucunda olsa da sevdiğin, bazen bir masa yakınında…
Kaderinde kavuşmak illegalse,
Geçit yoksa
Aşılamıyorsa,
Yasaksa!
Dokunamıyorsun…
Ve gözler ellerin işlevini görmeye başlayınca, uzaktan sevmenin ne demek olduğunu çok iyi anlıyorsun…”
“Heyyy birbirimize bakıp bakıp üzülecek miyiz böyle?”
Deyip içimdeki mektubu yarım bırakıyor...
“Geç oldu artık kalkmamız gerek kahveni bitir” deyip tekrar gülümsüyor.
Ayağa kalkıp son kez düşünüyorum. Ve ona doğru eğilip…
“Seninle buluştuğumuz her an yarım kalmış bir kahvenin terk edilişini seyrediyorum her seferinde. Yarım kalmış mektuplar biriktiriyorum her gidişinde. Sarıl bana, bilirsin sarılmadan veda edilmez hiç kimseye…”
Melek Taguşar