DOĞU
İNSANI
Bahçesaray, yaşamım
boyunca hatırlayacağım bazen heyecanlı, üzüntülü ve bazen de sevinç, özlem dolu
anılarımın olduğu bir yerdi. Görevim süresince zorluklarla karşılaşsam da, Doğu
İnsanının kültürünü, yaşamını tanımam ve onlar hakkında yıllarca anlatılan olumsuzlukların
ne kadar gerçek dışı olduğunu görmem sebebiyle hayatımda önemli bir yer tutmaktadır.
Doğu İnsanının, bütün Anadolu'nun yiğit insanları
gibi örnek bir ahlak sahibi olduğunu, haysiyetine ve şerefine ne kadar düşkün olduğunu,
ziyaretine gelen konuklarına en güzel yiyeceğini sunacak kadar misafirperver,
fedakâr ve sevgi dolu olduklarını gördüm. Kanaatkâr, az ile yetinmesini bilen devletine
sadakatli ve bağlı olduğunu, yüzyıllardır üzerlerinde oynanan bütün oyunlara, yoksulluğa
ve çaresizliğe rağmen benzersiz bir dirayet ve özveri göstererek, içlerinde
oluşan her türlü cerahati bünyelerinden atan gelenek ve göreneklere bağlı,
sahipçi insanlardı.
Memleketim
İzmir Bergama, atanmış olduğum yer ise Van Bahçesaray’dı. Ülkenin en batısından
en doğusuna gitmiştim. Bana düşen, batı doğu ayrımı yapmadan halkımıza,
kardeşlerimize en güzel bir şekilde sağlık hizmeti vermekti. Bahçesaray, yüksek
dağların arasında, doğa şartlarının sert olduğu, karın, rüzgârın ve tipinin kol
kola gezdiği, ulaşımın zor olduğu, yolların sürekli kar sebebiyle kapandığı, iş
imkânın olmadığı, tarım arazilerinin bulunmadığı, geçim kaynağının büyük oranda
hayvancılık olduğu bir yerdi. Bütün bu imkânsızlıklar içinde, karla kaplı bu topraklarda
kardelen çiçekleri gibi kanaatkâr, mücadeleci ve dayanıklı insanlar
yetişiyordu.
Eksiklikler içinde
verdiğimiz hizmetler sırasında, bazen dünyadan bıkma noktasına geliyorduk. Bu
zamanlarda yanık yüzlü, masum bakışlı insanların gülümseyerek yapmış oldukları
teşekkür ve göstermiş oldukları minnettarlıklar bizi hayata bağlıyordu. Mesaimizi
bitirip çarşıya çıktığımızda esnafların ısrarlarla çay içmeye davet etmeleri,
ikramlarda bulunmaları, neşeli sohbetleri, saygı ve hürmetlerini gördükçe yıllarca kötülükleri anlatılan Doğu İnsanı
hakkında ne kadar yanılmış olduğumu görüyordum. Bütün bu yalanları,
haksızlıkları gördükçe gittiğim her yerde Doğu İnsanının güzelliklerini
anlatmayı insanlık adına, kardeşlik adına vazife edindim.
Sağlık Bakanlığı, Türkiye genelinde aşı kampanyası başlatmıştı.
Bu kampanya ile aşısız tek çocuk kalmayacak, böylece çocukların hastalıklara
karşı bağışıklık kazanmaları sağlanacaktı. Hastanemiz, İlçenin tek sağlık
hizmeti veren kuruluşu olduğu ve sağlık ocağı bulunmadığı için İlçe bünyesinde
yapılacak bütün aşıları bizim hastane personeli yapıyordu. Hastanede bulunan
arkadaşlarla iki şer kişiden oluşan
ekipler kurup, hastane aracıyla ilçe merkezi ve köylerinde aşı yapmaya
başladık. Bahçesaray dağlık bir yerdi. İlçeye bağlı olan köyler, yüksek
dağların eteklerinde kimileride zirvelerine kurulmuştu. Köylere, ulaşmak çok
güç olsa da, bizim için bütün çocukların sağlığı çok önemliydi. Köyleri
itinayla geziyor ev ev dolaşıyor, aşısız çocuk bırakmak istemiyorduk. Köyler
birbirinden uzak, bir çoğunun yolları yok, kimisinin de yolları heyelan
sebebiyle kapalıydı.
Aşı kampanyasına
devam ettiğimiz günlerde, Hemşire Hanım ile
birlikte yüksek bir dağın zirvesine kurulmuş olan küçük bir mezraya çocukları
aşılamak üzere yola çıktık. Mezraya, yılan gibi kıvrılan dar bir patikadan
tırmanılıyordu. Tırmanmaya devam ederken hava da değişmeye, bulutlanmaya ve
kararmaya başladı. Her an şiddetli bir yağmur yağabilirdi. Çıkmaya
başladığımızda etrafımızda küçük çalılıklar vardı, tırmandıkça meşe ağaçları
yükselmeye ve sıklaşmaya başladı. Havanın bulutlanması ve ağaçların sıklığı
sebebiyle güneş ışığını göremez duruma
geldik. Saatlerdir tırmanmamıza rağmen hiçbir insanla karşılaşmıyor, bu arada yağmurda
şiddetini arttırdıkça arttırıyordu. Altımızdaki dar patikada kaybolmuştu. Çevrede
hiçbir ışık ve iz yoktu. Bulunduğumuz yerden telefonlarda çekmiyordu. Durumumuz
hiç iç açıcı değildi. Birbirimize destek olmaya çalışıyor, çok yakında bir mezraya
ulaşacağımızı ve insanları bulacağımızı
söyleyip duruyorduk.
Ağaçların arasından bir adam ve yanında genç
bir çocuk çıka geldiler. Yüzümüzdeki mutluluğun haddi hesabı yoktu.. Adam ve
çocuk, aşı için geldiğimiz mezrada oturuyorlarmış. Bizim sesimizi duyunca
koşarak gelmişlerdi.
Kendimizi
toparlayıp teşekkür ettikten sonra, Bahçesaray Devlet Hastanesinden geldiğimizi
ve çocukları aşılayacağımızı ancak mezrayı bulamadığımızı söyledik. Bizi alarak
mezralarına götürdüler. Mezra beş haneden oluşuyordu. Köyün ortasına kurulu,
diğerlerinden biraz daha büyük, bir eve girdik ve sobanın başına geçerek
kendimizi kuruttuk. Güzel bir yemek hazırladılar ve karnımızı doyurdular. İnsanlar yokluk içersinde yaşıyorlardı. Ancak,
gözlerindeki mutluluk ve huzur görülmeye değerdi. Bütün mezra, bir evde
toplanmış, herkes ellerinde ne var ne yok getirmiş üzerimizdeki korkunun bir an
önce gitmesi için uğraşıp duruyorlardı. Başımıza gelen bu talihsiz olay
karşısında büyük mahcubiyet duyuyorlar ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Yavaş
yavaş üzerimizdeki korkuyu atmış, bize kollarını
açan bu insanları kırmadan elimizden geldiğince ikramlarını kabul etmeye
çalışıyorduk. Yemeklerimizi yedik ve sobanın üzerinde pişen çaylarımızı içerek vücudumuzu
ısıttık. Odanın içersinde bütün ayrıntılara dikkat eden, evin sahibi olduğunu
öğrendiğimiz yaşlı bir amca vardı. Herkes ona büyük saygı ve hürmet
gösteriyordu. Bulunduğu odanın her tarafı cilt cilt kitaplarla doluydu.
Konuşması, davranışlarıyla kültürlü, bilgili ve âlim bir insana benziyordu.
Mezrada yaşayanlar yapacakları her şeyi
ona danışarak yapıyordu. Onun emriyle çocuklar tek tek odaya getiriliyordu.
Amcada, bir yandan bize çeşitli hikâyeler anlatıyor ve güncel konulardan
bahsediyordu.
-Evlatlarım! Doğu İnsanı yılardır dış mihrakların ve yerli
taşeronlarının işbirliği ile yersiz, yurtsuz; işsiz, güçsüz kalmak zorunda
bırakıldı. Sefaletin, açlığın, eğitimsizliğin pençesine terk edildi. Göz
alabildiğince yeşil ve bereketli bu mümbit topraklar adeta nadasa bırakıldı. Bütün
bunlar bize neden reva görüldü anlamak mümkün değil. Bizler bin yıldan beri
kardeş olarak yaşıyoruz. Dinimiz bir, vatanımız bir, bayrağımız bir, kültürümüz
bir bir… yüzlerce binlerce birler içinde yaşıyoruz. 1.Dünya Savaşın da sırt sırta, omuz omuza Çanakkale de bu vatanı
savunanlar aynı kardeşler. Medeniyet denilen vahşi insanların tufan gibi
sardıkları Çanakkale Cephesini
sarsılmadan, yılmadan iman birliğiyle birlikte savunduk. Kurtuluş
savaşında, Güney Doğuda, Doğu Anadolu da Fransızlara, Ruslara, İngilizlere ve
Ermenilere karşı bu vatanı birlikte koruduk. İmkansızlıklar içindeyken, Yunanlara
karşı gerçekleştirdiğimiz ve büyük bir zafer kazandığımız Sakarya Savaşında ve
Büyük Taarruzda yılmadan, korkmadan savaşan bizlerdik.
-İşte
çocuklarım, biz bütün bunları birlik ve beraberliğimizle başardık. Cephemizi,
vatanımızı, namusumuzu ayrılmaz ve sarsılmaz kardeşliğimiz sayesinde
kurtardık. Biz birlikte oldukça hiçbir
şeyden korkmamıza gerek yok. Bu konuda İstiklal Marşı Şairimiz M.Akif Ersoy çok
güzel söylemiş;
Korkma!
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar
Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsar,
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar
Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsar,
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!
-Evet çocuklarım bu cephenin sinesinde iman bir, sevinme
bir, acı bir, gaye aynı vicdan bir oldukça bu cepheyi kimse bölemez yıkamaz. Dünyada
bizim kadar birbirine yakın, kardeş iki halk yoktur. Bunu hiçbir zaman
unutmayın.
Amca, bütün söylediklerinde haklıydı. Yüzyıllarca
Anadolu’da, Doğu, Batı bütün uzuvlarımızla
tek bir beden olarak, omuz omuza, sırt sırta yaşamıştık. Ancak, yıllardır aramıza
ayrılık tohumları ekilmeye, okullarda, üniversitelerde bizi birbirimize
düşürmeye ve kargaşaya sürüklemeye çalışıyorlardı. Doğu İnsanını tanımadan önceki
düşüncelerim aklıma geldikçe ne kadar hatalı olduğumu görüyor ve pişmanlık
duyuyordum. Gerçi, Doğu İnsanı içersinde de çürükler, kandırılanlar olabilirdi.
Ancak, onların kandırılmaları Doğulu olmalarından değil ruhlarının kötü olmalarından
kaynaklandığını biliyordum. Diğer milletler içinde de aynı şekilde kandırılan
kötü ve habis ruhlu insanlardan çok vardı. Önemli olan aramızdaki bağları kuvvetlendirmek
için çalışmaktı.
Hemşire Hanımla birlikte aşıları tamamlayarak köylülerin
öncülüğünde yola kadar indik ve arkadaşlarımızın da bizi merak ettiğini ve
aramaya başladıklarını gördük. Bizi görünce sevinerek nerde kaldığımız sordular.
Bizde başımızdan geçenleri bir bir anlattık ve verilmiş sadakamız olduğunu söyleyerek Bahçesaray’a doğru yola çıktık.
Mesleğimde 5. yıla girdim. Çocuk yaşta başladığım görevim
süresince, iki yıl Van Bahçesaray, üç
yıl Adıyaman Merkez olmak üzere Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da çalışma fırsatım oldu. Şuan, Manisa Soma’da çalışıyorum.
Hem Van olsun hem Adıyaman olsun orada yaşan insanların bizden hiçbir farkı
olmadığını ve üstelik bazı konulara bizden daha fazla önem verdiklerini gördüm.
Çalıştığım bu yerlerde çok yakın arkadaşlarım ve dostlarım oldu ve hepsini de
iyi ki tanıdım diyorum. Beni buralara atayan Devletime de teşekkür ediyorum.
Çünkü, kardeşlerimi, kardelen çiçeklerini, bedenimin uzuvlarını tanımam,
aramızdaki sarsılmaz bağları görmem ve özellikle de edinmiş olduğum yanlış
düşüncelerden kurtulmam sebebiyle çok mutluyum. Atanacak yeni memur
arkadaşlarıma da korkmadan üzülmeden ve de sevinerek gitmelerini tavsiye
ediyorum. Unutmayalım ki, hepimiz KARDEŞİZ…
Zeki
ATEŞ
Yazar